Lezzete dair felsefi ve bilimsel sorular

-
Aa
+
a
a
a

Bu hafta Açık Bilinç’te, duyular üzerinden biraz felsefe, biraz bilişsel psikoloji, biraz da bilim tarihi var.

Fotoğraf: Reuters
Açık Bilinç: 27 Kasım 2018
 

Açık Bilinç: 27 Kasım 2018

podcast servisi: iTunes / RSS


Bu hafta Açık Bilinç’te, duyular üzerinden biraz felsefe, biraz bilişsel psikoloji, biraz da bilim tarihi var.

Issız bir ormanda bir ağaç devrilse, ses çıkar mı? 

[Çok basmakalıp bir soru, ama asıl altında yatan mesele: Duyumsal nitelikler nesnel mi, öznel midir?]

Ne gördüğümüz ve işittiğimiz, lezzeti etkileyebilir mi?

Felsefi ve bilimsel yönlerini konuşarak Koku ve Tat Algısı serimizi bitiriyoruz.

Bilimde, Felsefede ve Sanatta Koku ve Tat Algısı serisinin önceki programları, özet ve podcast kayıtları.

— / —

Önce, sıkça sorulan felsefi şu bulmacayla başlayalım: Issız bir ormanda bir ağaç devrilse, ses çıkar mı? 

Bu sorunun cevabı basitçe "Evet" ya da "Hayır" değil. 

Çünkü, doğru cevabı vermeden önce, 'ses' gibi duyumsal nitelikler hakkında bir öznellik/nesnellik ayrımı yapmamız gerek.

'Ses'ten kastedilen:

1. İşitsel bir duyuma yol açan fiziksel etkiler (yani, ağacın düşerken yarattığı havadaki titreşimler) olabilir,

veya, 

2. Bu titreşimlerin zihnimizde neden olduğu duyumun kendisi ('sensation') olabilir.

İlkine göre cevabımız evet, ikincisine göre hayır.

— / —

'Ses', aynı koku veya tat gibi, nesnelere ait fiziksel ve nesnel bir nitelik olarak da, bilincimizde ortaya çıkan zihinsel ve öznel bir nitelik olarak da anlaşılabilir.

Bu basit ayrım, şaşırtıcı şekilde, Felsefe tarihindeki pek çok uzun tartışmanın temelinde yer alıyor. 

Benzer bir soruyu, koku için soralım: Her şeyin bir kokusu var mıdır?

Nesnelci anlayışa göre, koku nesnelere ait bir özelliktir ve, evet, biz algılayamasak da, her şeyin (onu duyumsayacak bir burundan bağımsız olarak) kendine özgü bir kokusu vardır.

Öznelci anlayışa göreyse, kokuyu koku yapan nesnelerin özellikleri değil, bizim algımızdır. Koku, onu duyumsayacak canlılardan bağımsız olarak düşünülemez.

Yani, her şeyin bir kokusu yoktur. Ancak, burnumuzla 'temas edebildiğimiz' şeylerin kokusundan söz edebiliriz.

Hatta, bu akıl yürütme çizgisini daha da ilerletirsek, şu sonuca ulaşırız: Aslında hiç bir nesnenin, kendi içinde, kokusu yoktur. 

Koku, nesnelerde değil, ancak nesnelerin moleküler özelliklerine hassasiyet gösterebilen sinir sistemlerine sahip canlıların zihinlerinde var olur.

Muhakememizi son bir adım daha ilerletelim: Dünyayı nicelikler üzerinden ölçen ve matematiksel olarak tarif eden bilimsel yöntemin içinde, ses, koku, tat gibi öznel niteliklere yer yoktur.

İşte, az gittik uz gittik, (trompet sesleri eşliğinde) Aydınlanma Çağı'na temel oluşturan Bilimsel Devrim anlayışının en temel varsayımına vardık!

Inline image

Aydınlanma Çağı, 18. yüzyıla yayılan ve insanlık tarihini geri dönülmez bir şekilde değiştiren bir dönem.

Kökleri Antik Yunan devrine gitse de, Aydınlanma'nın temelleri aslında Aristoteles'ci doğa anlayışını yıkmaya çalışan 17. yy. bilimci ve felsefecileri tarafından atılmıştır.

Bilimsel Devrim'e giden yoldaki en önemli adım, doğayı bilimsel yöntemlerle anlama çabasında, öznel ve nesnel niteliklerin birbirinden ayrılması ve bilimi nesnel nitelikler temelinde kurmak anlayışının belirmesidir. 

[Bu ayrım felsefe literatüründe 'primary/secondary quality distinction' diye geçiyor; hakkında yazılmış ve halen yayımlanmakta olan yüzlerce makale var.]

17.yüzyılda gelişen bu anlayışa 'Mekanikçi Felsefe' de deniyor. ['Mechanical Philosophy' 'Mekanizmacı Felsefe' diye çeviremedim ama anlam açısından belki o daha uygun.]

Dünyayı dev bir makine gibi gören ve doğa olaylarını, altlarında yatan mekanizmaları keşfedip nesnel niceliksel analizlerle anlamayı amaçlayan 'Mekanikçi Felsefe'nin en önemli ilk adımlarını, Galileo'nun 'Tahlilci' ('Il Saggiatore') başlıklı eserinde görüyoruz.

Inline image

Bu kısa bilim tarihi turunu bitirirken, İtalya'da Galileo'nun ilk adımlarını attığı ve Britanya'da Newton'la zirveye çıkan Bilimsel Devrim döneminin kuramsal yaklaşımını en yetkin şekilde ifade etmiş olan felsefeci Descartes'ın eseri ‘Traité du monde’a değineyim.

Descartes, 'Mekanikçi Felsefe'nin kuramsal temellerini atan 'Dünya üzerine Risale'yi 1633'de tamamlar. Onu akademik dünyaya tanıtacak, yıllarını vermiş olduğu ilk kitabıdır. Fakat Galileo'nun Engizisyon mahkemesince mahkum edildiğini haber alınca, başına benzer bir durum geleceği korkusuyla, yayımlamaktan son anda vazgeçer. Kitap bütün olarak ancak 1677'de, Descartes’ın ölümünden yıllar sonra yayımlanacaktır.

Inline image

Son bir not. 'Mekanikçi Felsefe'ye haksızlık etmeyelim. Aklınıza ruhsuz, kuru bir dünya kuramı gelmesin. Ne Galileo, ne de Descartes, kokular, tatlar gibi öznel niteliklerin önemli olmadığını söylüyor. 

Yalnızca, yeni bilim anlayışını, öznel niteliklerden arındırılmış, nesnel nicelikler üzerine kurmaya çalışıyorlar. 

— / —

Bu kısa aradan sonra, kendi koku ve tat algısı tartışmamıza dönelim.

Koku ve tat niteliklerinin öznel veya nesnel olmasının ne önemi var? Hatta konumuzla, örneğin lezzet meselesiyle ne ilgisi var?

'Lezzet rehberliği' tanımlamasıyla yazılan yemek yazılarını düşünün.

Lezzet üzerine yazarın yargıları, ona özel ve tamamen öznel mi, yoksa başka insanlarla ortak nesnel bir yanı var mı?

İşte, bir adımda lezzetin bileşenleri olan koku ve tat öznel mi, nesnel mi sorusuna böylece temas etmiş olduk.

Bir başka deyişle, eğer lezzet tamamen öznel bir nitelikse, yazarın yargılarının yalnızca kendi iç dünyasıyla ilgili olması lazım.

Oysa, bu yazılar size de bir anlam ifade ediyorsa, burada koku ve tat bağlamında nesnel bir takım niteliklerden söz ediyor olmamız gerekir.

Özetle, koku ve tat gibi nitelikler hakkındaki öznellik/nesnellik ayrımı, Felsefe tarihinde önemli yeri olan ve günlük hayatta da karşımıza çıkan sorular barındırıyor.

— / —

Ama şimdi biraz da lezzet konusunda duyular-arası etkileşimle ilgili Psikoloji araştırmalarına bakalım.

Genel olarak, duyuların modüler bir yapıya sahip oldukları düşünülüyor.

Modül, karmaşık bir mekanizmanın kendi başına hareket edebilen ve takılıp çıkarılabilen parçaları gibi düşünülebilir.

Duyuların modüler olması, her duyunun diğerlerinden bağımsız olarak çalışabilmesi demek.

Yani, görme duyumuzu kaybedersek, aynı zamanda sağır olmuyoruz. 

Veya bir nesneye bakarken onun nasıl göründüğünü, o anda kulağımıza gelen ses veya burnumuza gelen koku belirlemiyor.

Duyular, büyük ölçüden birbirlerinden bağımsız olarak kendi özel işlevlerini sürdürüyorlar.

Bir parantez: Insan zihninin (duyular bağlamında) modüler yapısı konusundaki en önemli kuramsal eserlerden biri, geçen sene bu günlerde vefat eden felsefeci Jerry Fodor'un kitabı 'The Modularity of Mind'dır. 

Bu vesileyle kendisini anmış olalım.

Inline image

Duyularımız büyük ölçüde kendilerine özgü işlevleri birbirlerinden bağımsız olarak yerine getiriyorlarsa da, aralarında hiç bir etkileşim olmadığı doğru değil.

Duyular-arası etkileşimin en ilginç örneklerine de, lezzetle ilgili Psikoloji araştırmalarında rastlıyoruz.

Kokuyla tat arasında yakın bir ilişki olduğunu, hem günlük deneyimlerimizden hem de bu duyuların sinir sistemindeki altyapılarından biliyoruz.

Hiç koku alamayacak kadar burnumuz tıkalıysa, yediğimizin tadına varmak imkansız.

Peki ama görme, işitme, tadı değiştirebilir mi?

Duyular-arası lezzet deneyleri, görmenin, işitmenin ve dokunmanın yediklerimizin tadına dair yargılarımızı değiştirebileceğini gösteriyor.

Örneğin bir patates cipsini ısırdığınızda kulağınıza gelen sesin ne kadar çıtırtılı olduğu, tazelik yargınızı ve beğeninizi belirleyebiliyor.

Öte yandan, dünyada ilgi gören yeni bir kavram, 'karanlıkta yemek'

Görme duyusundan tamamen yoksun olarak yenilen yemekte, koku ve tat duyularının daha keskin şekilde belireceği ve böylece lezzetin daha çarpıcı olarak öne çıkacağı varsayılıyor.

Inline image

Oysa, duyular-arası etkileşim bulguları göz önüne alındığında, görme duyusundan yoksun olarak yemek yemenin, lezzet deneyiminde bir eksiklik yaratacağı da düşünülebilir.

[Not. Bunu elimde bir bulgu olmadan söylüyorum. Taradığım çalışmalar arasında bu soruyu cevaplayacak bir makaleye rastlamadım.]

— / —

Her halukarda, Koku ve Tat algısı serisini bitirirken, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:

Lezzet, pek çok duyusal bileşenin ortaya çıkardığı, karmaşık ve çok boyutlu bir deneyim.

— / —

Bir de dipnot. Serinin girişinde, 'Yapay [Elektronik] Burun' projelerinden kısaca söz etmiştim. 

Bunlar, 1950'lerden bu yana geliştirilmekte olan ve tehlikeli gaz sızıntılarından çeşitli kanserlere kadar koku yoluyla yapılabilen pek çok teşhis için son derece faydalı cihazlar.

Inline image

Fakat, moleküler temelde koku tespitini ne kadar iyi yaparlarsa yapsınlar, lezzetin çok-duyulu karmaşık yapısı sebebiyle, yapay burunlu robotların yakın gelecekte 'lezzet rehberliği' yapabilmeleri zor gözüküyor.

[Yapay Zeka'nın elinizden alamayacağı bir iş arıyorduysanız, buyrun!]

— / —

Böylece, bu 10 bölümlük Koku ve Tat Agısı serisini noktalıyoruz.

Seride konuk olan tüm uzman konuklarımıza, yani, program sırasıyla,
Onur Arpat ve Taner Yılmaz,
Hakan Gürvit
Vedat Ozan
Aytuğ Altundağ
Eda Öztürk
Eylül Görmüş
Mehmet Gürs'e 
bir kez daha teşekkür ediyorum.

— / —

Haftaya, kesin olmamakla birlikte, son günlerde yine gündeme gelen 'kadın, erkek, fıtrat' konuları çerçevesinde, cinsiyet ayrımcılığı üzerine bir program yapmayı düşünüyorum. 

Planladığımız diğer programları bilahare buradan duyuracağım.

— / —

Açık Bilinç'i Salı sabahları 9:30'da dinleyebilir, geçmiş programların özetlerine ve kaynaklara, podcast kayıt arşivine ise buradan ulaşabilirsiniz.